hep sevgiyle..

15 Haziran 2022 Çarşamba

Artık 3 yaşında bir bebek annesiyim ve zaman zaman zorlanıyorum.

   Anne olmak çok zor bir görev gerçekten.. 3 yılım bitti. Bazen o kadar boğuluyorum ve çaresiz kalıyorum ki öfkeleniyorum.. Bu sebeple sürekli araştırma ve okuma halindeyim. Belki benim gibi olup üzülen annelerin yüreğine iyi gelir diye düşündüm. Kendi yazım değil alıntıdır.. 

Öfke, birçok anne babanın ortak konusu. Partnere duyulan öfke, çocuğa duyulan öfke, kendi öfkemiz…

Öfke zor bir duygu. Hatta bazen bizi korkuttuğu da bir gerçek. Kendimize kızdığımızı kabul etmek bile zor olabiliyor. Yakınlarımızdan destek görmek istiyoruz, empati istiyoruz. Öfkemizi bastırmamız ya da yanlış yönetmemiz durumunda daha fazla inciniyor, incitiyor, zarar veriyoruz. Aslında duygularımız bundan sorumlu değil. Kendimiz için empati kuruyoruz, çocuğumuz için kuruyoruz da doğru yönetmemiz gerekiyor.

Aileler ne zaman öfkelenir?

Ne yapacağımızı bilemediğimizde… Çözemediğimiz sorunlar, travmalar öfkeye dönüşüyor. İyileşmeye ihtiyaç duyarız. Ebeveynler ne zaman öfkelenir? Fiziksel, duygusal, maddi olarak yetemediklerini hissettiklerinde. Genel olarak öfke, karşılanamayan ihtiyaçların birikimi demektir.

Yoğun ve yorgun bir günün sonunda, ebeveynler kendilerini baskı altında hissettiklerinde kıvılcımın öfkeye dönmesi daha kolay… Baskı arttıkça stres de aynı orantıda artar. Akşam çocuklardan diş fırçalamalarını, giyinmelerini istediğimizde ve onlar buna “hayır” ile karşılık verdiklerinde işte o zaman öfke ortaya çıkar. Ne olur? Sesimiz yükselir ve biz onu bastırmaya çalışırız. Çocuğumuzdan bizi anlamasını bekleriz, onun yaşındayken aslında bizden daha çok şey istendiğini anlamalarını da…

Yapıcı – pozitif iletişim, çatışma ve problem çözme becerilerimizi geliştirebiliriz. Tabii bunları uygulamaya koymak için neye ihtiyacımız var? Sabır, açık – net olmak ve güven. Bunları yaparken de ilk ihtiyaç duyduğumuz çocukluğumuza gidip duygusal tetikleyicilerimizi belirlemek. Duygusal olarak tetiklendiğimizde, geçmişte çözemediğimiz bir sorun stresi artırıyor. Bu sırada çocuğumuza tepki veriyor, empati yeteneğimizi kaybediyoruz. Hatta dikkat ederseniz, bunu kaslarımızda bile hissediyoruz. Aslında böyle zamanlarda bilinçli bir ebeveyn gibi değil, incinmiş bir çocuk gibi hareket ediyoruz.

Geleneksel ebeveynlik modelinde ebeveynler cezalarını tehdit ederek, ayrıcalıkları alarak, bağırarak ve yaptırımlarla, çocuğunu bakışlarla yıkarak kontrolünü ele geçirmeye çalışıyorlar. Ancak bağırmamak ya da yukarıda yazıklarımızı yapmamak için uğraşan ebeveynler güçlü duygusal dalgalanmalarla karşı karşıya kalıyorlar. Ve bunu başarmak da aslında tehdit etmekten daha fazla beceri gerektiriyor.

Daha sakin ve saygılı bir iletişim için kendimize, bağırmamıza, patladığımız ana dışarıdan bakmalıyız. Ve böyle geride durup güçsüz bir çocuk gibi değil, kendine güvenen bir yetişkin gibi davranmalıyız. Kendimizi keşfetmek, geriye dönmek için meditasyon gibi rahatlama tekniklerini kullanmalı, çocukluğumuza gidip o sorunu çözmeliyiz. Üstümüzdeki bu baskıyı kaldıramadığımız sürece çocuğumuzla istediğimiz gibi bir ilişki kurmamız zor.

Peki bunu nasıl yapacağız?

Bizi tetikleyen her ne ise ona daha dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Bunun için de daha fazla bağlantı ve sabır gerek. Çocuğumuz ne yaptı da rahatsız olduk? Bizi tetikleyen nedir? Bu bağlantıyı kurmalıyız. Mesela bizi reddetti, “hayır” dedi, bu neyi tetikliyor? Çocukluğunuzda ne oldu da bundan bu kadar rahatsızlık duyuyorsunuz? Bu sırada ağzımızdan çıkan sözler bizi bile şok ediyor. Bu sanki bir yeniden canlandırma gibi. Neden tetiklendiğimiz ne kadar bilinçli yaklaşırsak o kadar çözebiliriz.

İyi hissetmemekte, daha doğrusu kötü hissetmemizde sorun yok. Bu çok normal bir duygu. Çocuğumuzun davranışı, hislerimizi artırarak son derece duygusal bir tepkiye neden olduğunda, bize acı veren bazı duygulara merhametle yaklaşma fırsatını yakalarız. Vücudumuzdaki duyuları gözlemleme ve bu zamanlarda ortaya çıkan duyguları anlamak için yeteri kadar güçlüyüz. Belki de bu şekilde korku ya da yetersizlik hissettiğimiz anları, üzüntümüzü tespit edebiliriz. Bizi tetikleyen şeyler, çocuğumuzun bizi yok sayması, diğer ebeveyne olan tepkisi, agresiflik, şefkat eksikliği, okuldaki sorunlar bile olabilir. Bunlardan birini mutlaka yaşamışızdır ve o bedenimizde saklıdır. Ve biz bile bugüne kadar fark etmemiş olabiliriz.

Tetiklendiğimiz zaman ne olur? İçimizdeki incinen çocuğun duygularının kendi çocuğumuzun duyguları ile yarıştığı hissine kapılırız.  “Kimse benim ihtiyaçlarımı, kızgınlıklarımı, hayal kırıklıklarımı, üzüntümü umursamıyor”. İşte böyle bir iç çatışma çok rahatsız edici olabilir. Ancak iyi haber; bunun farkına varmaya başladıysanız bu döngüyü kırma yolundasınız demektir. Hem kendiniz hem çocuğunuz için…

Psikolojik yardım almak, şu andaki sıkışmış duygularınız, kalıplarınızı keşfetmek ve çözmek için harika bir yol. Danışmanlık almak, bir arkadaşınızla derin derin sohbet etmek, anlatmak duygularınızın vücudunuzda vücutta nerede tutulduğunu keşfetmeniz için size gerçekten şans veriyor. Sakin, sabırlı, size empatiyle yaklaşan birinin yanında ağlamak size “arınmışlık” duygusunu yaşatır. Duygularınızı kabul ederseniz, hayat kaliteniz artar, kendinizi daha iyi anlarsınız ve çözebilirsiniz.

Ebeveynler olarak okul, uyku saati konusunda, işyerinde yeteri kadar stres yaşıyoruz. Hatta yüzme derslerine yetişirken bile… Yoğun bir programa çocukların ayak uydurması çok zor. Eğer ailece baskı altında olduğunuzu hissediyorsanız yaşam tarzınızı değiştirmekte fayda var. Dinlenmek, okumak, oyun oynamak, meditasyon yapmak, arada hayal kurmak, doğada zaman geçirmek… Bunlar bütün aileye iyi gelir.

Ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var?

Terapinin yanı sıra sizin de bu baskıladığınız duygular hayatınızı yönetmeye başladığında kendinizi iyileştirme becerileriniz, gücünüz var. Mesela, kalbinize bağlantı kurun. Koyun elinizi kalbinizin üstüne, “Ne hissediyorum, neye ihtiyacım var” diye kendinize sorun. Bu, kendimizle pozitif bağlantı kurmak için iyi bir yöntem. Cevap “Çok gerginim, çok sinirliyim, biraz yavaşlamam lazım, bugünü sorunsuz tamamlamam lazım” olsa da… Deneyin!

Adını koyun… Ne hissettiğimizi söylemek zordur. Çocuklarımıza “beni sinirlendiriyorsun” dediğimizde onlara bizi kontrol ettikleri mesajını veriyoruz ve onlar da bizi mutlu etmenin kendi ellerinde olduğunu sanıyorlar. Fakat “Sinirliyim, durmam ve rahatlamam lazım” dediğimizde duygularımızı dürüstçe ifade etmiş oluyoruz ve bizi mutlu etme sorumluluğunu onlara yüklemiyoruz. Bu gerçekten çocuklarımız için iyi bir model. Çocuklarıma “Gergin görünüyorsun, neye ihtiyacın var” dediğimde bana çok net cevap verebiliyorlar.

Kendinizle konuşun. Ama olumlu bir şekilde. Farkındaysanız, duygularımıza ailelerimizin bize verdiği tepkilerle yaklaşıyoruz. Kendimize karşı nazik olmak, başkalarına nezaketin temelini oluşturur. Örneğin, kendinizi öfkeli ve bunalmış hissettiğiniz için suçlamak yerine, “tamam, bu zor bir an ve böyle hissetmemde sorun yok” diyebilirsiniz.

Sadece, oturun…

Öfkelendiğimiz zaman bazen kendimizi fiziksel olarak güçlü hissederiz. Ev işi yapmaya başlarız mesela. Öfkeli anlarımızda stres hormonu salgılarız, her şey hızlanır, nefes alışımız bile. Mantıklı düşünemeyiz, daha hızlı konuşuruz… Oysa böyle anlarda bir şey yapmadan koltukta oturmak, çimlere basmak dinamiğimizi tamamen değiştirir. Bize duygularımızı dengeleme şansı verir. Ve böyle yaparak çocuklarımıza iyi bir rol model oluruz.

Böyle anlarda zihninizde bir “dur” işareti canlandırın. İleride pişman olacağınız sözler söylemeden, davranışlarda bulunmadan önce böyle sinirli anlarda bir “dur” işareti hayal edin. Aslında böyle zamanlarda hatırlamak güç olsa da beynimiz görsel mesajlara çok iyi cevap verir. Hatta isterseniz böyle bir işareti bulun, çıktısını alın ve duvara her zaman görebileceğiniz bir yere asın. Yanında da sizi rahatlatacak kelimeler yazabilirsiniz. Mesela “nefes al, stresi azalt” gibi…
Açık hava iyidir 

Ailede stres yükseldiyse, iş yerinde gerildiğimizde açık havaya çıkmak gerek. Doğada olmak, gevşemeye ve rahatlamaya yardımcı olur. Çünkü hayatın güzel yönlerini görürüz. Bir manzara bile iyi gelir. Çıplak ayakla çimlere bastığınızda rahatladığınızı hissetmiyor musunuz?

Şimdi açıkça görebiliyorum … Sakinleştiğimiz zaman, seçenekleri daha iyi görebiliyoruz. Çatışmaların ardından daha iyi bağlantı kurabiliriz duygularımızla, çocuklarımızla. Ve daha da iyi onarabiliriz. Çocuklar bizim içimizde kopan fırtınaları hissediyor ve iletişimi keserek kendilerini korumaya alıyorlar. Biz sakinleştiğimizde, bizi orada beklediklerini göreceğiz.  İktidar mücadelesi sona erecek ve işbirliği devreye girecek.

 

11 Mart 2021 Perşembe

Öpmeyiniz !

Öpme lütfen öpme !!!! 

 sadece elinden öptüm annesi” cümlesi çocuklu annelerin en çok duyduğu cümledir herhalde. Şu günlerde de gördüğümüz üzere aslında öpülmemesi gereken en önemli yerdir el. Çünkü elleri bütün gün hep ağızlarında. Siz neden şimdi devamlı el yıkıyor, ellerinize dezenfekte ediyorsunuz? Lütfen artık o küçük beyinlerinize sokun. Çocuklar ellerinden öpülmez. Siz de pasif halde olan bir virüs o minnacık yavrucağı hasta etmeye yetebilir. “Yemedik çocuğunu… Senin de çocuğuna dokunulmuyor… Doya doya sevemedik…” Gibi anlayıştan yoksun insanlardan uzak durun gerekiyorsa. Sağlıklı yarınlar için önce çocuklarınızı koruyun anneler 🙏💛

Bebekleri ve çocukları öpmeyin

– Çocuklar ellerinden öpülmez ellerini devamlı ağızlarına götürürler ve mikrobu çok kolay taşırlar.

– Çocuk dudaklarından öpülmez. Bu, hijyenik değildir. Nefes ve ağız yolu ile kapılan enfeksiyonlarda dudaktan öpmenin rolü oldukça yüksektir. Çocuk boynundan öpülmez. Bu, çocukta aşırı hassasiyet kazandırır.

– Çocuklar ayaklarından öpülmez. Zira ayakları öpülen çocuk, hissettiği ‘anormal’ değerlilik hissi ile kıskançlığa meyleder. Böylesi çocuklar anne babalarının kardeşlerine yönelmesinden rahatsız olur. İlgiyi kaybetme kaygısı anormal derecede ilgi ile sevilmiş çocuklarda sıklıkla görülür.

– Bunun yanı sıra, çok yanlış bir davranış olarak çocuk asla genital bölgesinden öpülmez. Bu, mahremiyet hissi kazanabilmesi ve tacizden korunabilmesi için gerekliliktir.

– Çocuklarda öpülebilecek en doğru yeryoktur.. Öpmeyin ya çocukları öpmeyin. Öpmeden sevin. Sevemiyorsanız da sevmeyiverin bir zahmet. Siz duygularınızı hazza taşıyacaksınız diye çocukları kullanmayın.

Ciltleri de tahriş oluyor

Bebek ve çocukların cildi çok ince ve hassastır. Onları öperken sadece ona mikrop bulaştırmaktan değil dudağımızda bulunan rujlardaki kimyasalları onlara bulaştırmaktan da kaçınmalıyız. Babaları tarafından çok öpülen bebeklerde görülen bir sorun da cilt tahrişidir. Sakalların zımpara gibi bebek cildine sürtülmesi bebeklerin yanak derisini kurutup kızarıklıklara neden olabilir.

Tanımıyorsak Dokunmaktan Bile Kaçınmalıyız

Çocukları bir birey olarak görmeye alışmalıyız. Nasıl tanımadığımız kişileri sarılıp öpmüyorsak bebeklere de öyle yaklaşmalıyız. Onların rızası olmadan yaklaşmamız, öpmemiz ve koklamamız henüz duygularını ifade edemiyor oluşlarından yararlanmamız anlamına gelir. Çocuğunuzun sağlığı için özellikle hijyeninden şüphe duyduğunuz kişilerin temas etmemesini öneririz.

Yenidoğan Bebekler Ne Zaman Öpülür?

Yenidoğan bebekleri öpmek yerine yanağını okşamanın ve uzaktan sevmenin daha doğru olduğunu söylüyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanları, Yenidoğan öpmenin doğru olmadığını, birçok üst solunum yolu enfeksiyonun damlacık yoluyla solunumsal olarak bulaştığına çekerler. Bu nedenle küçük bir bebekle çok fazla yakın temasın doğru olmadığını, eğer bebekle temas edilecekse bunun sadece anne ve babanın yapması gerektiğini söylüyor.

Bir çocuğun bebeklikten çıkması öpüleceği anlamına gelmez !!! bir çocuk için öpülecek zaman diye bir zaman dilimi yoktur. Öpmeyin çocukları ve bebekleri hiçbir zaman öpmeyin!!!


8 Ocak 2019 Salı

Evliliği yaşatmak...

Evliliği Yaşatan 9 Altın Kural
İşte evliliklerini bir ömür sağlıklı yürütmek isteyen çiftlere bir kaç öneri…
1. Öncelikle bireyin yetiştiği aileden duygusal olarak kopması önemlidir. Bu onlardan ayrı bir kimlik geliştirebilmesi yani kendi kararlarını kendinin alabilmesi, sorumluluk üstlenebilmesi ve risk alabilmesi gibi birçok süreci içerir. Tek başına olmaktan çift olmaya geçiş aynı zamanda rol konusunda bir değişimi içerir.
2. Sağlıklı bir evlilik ilişkisi için Ben yerine Biz demeyi öğrenebilmek gerekmektedir. Bununla birlikte duygusal yakınlığın paylaşımı da sağlanmalıdır.
3. Çocuk sahibi olan eşler anne-baba olmanın sorumluluğunu da bilmelidir. Çocuğun doğumu çiftin ilişkisini etkilememelidir. Bu anlamda eşlerin birbirine destek olması önemlidir. Eğer babalar çocuk ile ilgili süreçte sorumluluk almaz ve bakımı konusunda paylaşıma girmezlerse yalnız kalan anne ilgisini eşinden tamamen çekmeye başlayabilir. Bu da her iki eş arasında kızgınlık, ihmal edilme, önemsenmeme gibi algılara neden olabilir.
4. Zevkli ve zengin bir cinsel yakınlık geliştirip bunun dışsal nedenlerden etkilenmemesini sağlamak gerekir.Bazen eşler iş veya aile ile ilgili süreçleri cinsel yaşamlarına yansıtma eğiliminde olabilirler bu da ilişkilerine zarar verir.
5. Eşler yaşamlarındaki sorunları ile yüzleşip, onlarla baş etmeyi denemeliler ve her zaman bu konuda eşinin kendisine destek olmasını ondan talep etmemeliler. Bazı konularda eşler birbirlerini mecbur gibi algılayabilirler bu durum onları farklı beklentilere iteceği için zarar verebilir. Eş ilişkisi yetişkin ilişkisidir dolayısı ile annebabamızdan beklentilerimizi yansıtmamamız gerekir. Tabii ki bazı yerlerde eşler birbirine destek olur ama bu her zaman ve her yerde gibi algılanmamalıdır.
6. Evlilik eşlerin birbirlerine her türlü duygularını; kızgınlık, korku ve sorun vb. anlatabileceği güvenli bir ortam olmalıdır. Böyle bir ortamın olmaması ve paylaşım ihtiyacı eşleri farklı etkinliklere yönlenmesine neden olabilir. Yani eşler birbirlerini anlama yollarını kapattıklarında, başka anlayan kişilere ve ilgilere yönlenme söz konusu olabilir.
7. Eşler ilişkiyi tekdüzelikten kurtararak alternatifler bulma çabasında olmalı ve ilişkiyi keyifli, ilginç, neşeli hale getirmeye çalışmalıdır.
8. Eşlerin bağımsız olarak da hareket edebilme konusunda birbirlerine destek vermeleri önemlidir.
9. Zaman içinde yaşadıkları romantizmi kaybetmeme konusunda çaba harcamaları çiftlerin birbirlerine olan çekimlerini kaybetmemeleri konusunda da önem taşır.

31 Ekim 2018 Çarşamba

Kadın olmak...

Nasıl bir şey kadın olmak diye sorsalar, olması gereken ve olan diye ikiye ayırırım herhalde… Hayallerinde olan ve hayatta yaşadıkların…
Kadın narindir aslında. Narin olması hemen yenilmesi demek değildir ama. Güçlüdür de aynı zamanda, kolayca pes etmez. Dünyanın yaratıcı, doğurgan, yenilenen, temizleyen, sakin yanıdır kadın. Savaş kadına göre değildir. Yalnızca sevgi için savaşır kadın veya sevdiklerini korumak için…
Yuvayı dişi kuş yapar lafı doğrudur. Betondan bir evi, bir kadın “yuva” yapabilir ancak. Sevgi ile yapamayacağı şey yoktur ki kadının… Yeter ki ihtiyacı olan sevgi, ilgi, şefkat ve güveni alsın karşısından.
Kadın olmak güzel olmaktır, güzelliktir. Gülümsemektir, huzur vermektir. Aynaya baktığında kendini sevme sanatıdır kadın olmak. Değişimdir aynı zamanda, yerinde durmamaktır. Saf olmaktır, iyi düşünmektir kadın olmak. Akıldır ama daha çok duygudur kadın ve yanılmaz duygularında asla. Sevilendir, el üstünde tutulandır. Sevildikçe güzelleşen ve hayatı güzelleştirendir. Aldığını 2 katına çıkarma gücü vardır kadında. Sevgi veren de nefret veren de 2 katını alır…Sonunda yine de sevendir kadın. Bu yüzden çok kıymetlidir. Zariftir, güzeldir, huzurdur, neşedir, hayatın renkli tarafıdır kadın. Kadın olmak çok hoş bir duygudur…

9 Mart 2018 Cuma

Ankara İlahiyat Fakültesi, gündemle ilgili aşağıdaki açıklamayı yapmış. Şahsen bir müslüman olarak başta hocalar olmak üzere sabah akşam dinle ilgili ahkam kesenlerin dinin yakasından düşmelerini ve mümkünse birkaç yıl susmalarını temenni ediyorum. Yeminle söylüyorum, insanı dinden soğutuyorlar...

KAMUOYUNA  AÇIKLAMA

       Son günlerde, din adına konuşmaya kendilerini yetkili zanneden bazı şahısların, İslam Dininin evrensel hedef ve amaçlarıyla asla uyuşmayan bazı açıklamalar yaptıkları ve bu beyanlarıyla toplumun her kesimini infiale sevk ettikleri görülmektedir. Dinine samimiyetle bağlı halkımız tarafından problem olarak bile görülmeyen bazı farazî olaylara hüküm üreterek veya geçmişteki bazı hükümlere İslam Dininin temel amaçlarıyla hiç bağdaşmayan yorumlar getirerek insanımızı şüphe ve endişeye sevk eden bu tür görüşler için Sayın Cumhurbaşkanımızın, 8 Mart Kadınlar Günü münasebetiyle yaptığı açıklamaları son derece yerinde ve anlamlı buluyoruz. Marjinal gruplar olarak nitelendirdiği bu görüş sahiplerini eleştirisinde Sayın Cumhurbaşkanının dile getirdiği, “İslam’ın güncellenmesi” ve “1400 sene önceki hükümlerin bugün uygulanamayacağı” gibi ifadelerin bazı çevrelerce maksadını aşan ve istismara elverişli bir tarzda yorumlandığı görülmektedir. Aynı konuşmasında hayatın dinamikliğine ve güncellenmenin bu yüzden zorunlu olduğuna işaret eden Sayın Cumhurbaşkanı aslında,  İslam Hukuku’nun temel kaidelerinden biri olan “zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği” ilkesine işaret etmektedir. Konuşmasında temel kaynak olarak Kur’an’ı referans göstermesi ve ona ters düşmeyecek her düzenlemenin yapılabileceğini belirtmesi de, “İslam’ın reformize edilmesi” ithamlarına kapıyı kapatmaktadır. Bir bakıma bu, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı// Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” dizelerinin değişik bir ifadesidir. Konuşmasında, bazı kesimlerce esas maksadının çarpıtılarak saldırılara maruz bırakılacağına da işaret eden Sayın Cumhurbaşkanı, bu konuda söz söyleme yetkisi olan İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı uzmanlarının sessiz kalmasını haklı olarak eleştirmektedir. İşte bu nedenle, İslam Dini konusunda sağlıklı ve doğru bilginin ancak ve yalnızca bilimsel yaklaşım ve çabayla elde edilebileceğine inanan ve bunu daima savunan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mensubu olarak bizler, Sayın Cumhurbaşkanımızın 8 Mart Kadınlar Günü münasebetiyle yapmış olduğu açıklamayı son derece anlamlı, önemli ve yerinde buluyor, bu yolda yapılacak çalışmalara her türlü bilimsel katkıyı sunmanın görevimiz olduğunu kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.
      ANKARA ÜNİVERSİTESİ
 İLAHİYAT FAKÜLTESİ DEKANLIĞI

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Sürekli iyi olan şeylerden şikayet edenlere.. 😉

Toplanmayı bekleyen dağınık bir eviniz varsa; çoluklu çocuklu bir aileniz var demektir.

Yıkanmayı bekleyen bir dolu bulaşığınız varsa; yiyecek yemeğiniz ve onu ikram edecek sevdikleriniz var demektir.

Çamaşır sepetiniz çimen, çay, kum, çamur lekeli giysilerle doluysa; hayata seyirci kalmıyor, tadını çıkararak anılar biriktiriyorsunuz demektir.

Başınızı bile kaşımaya zaman bulamadığınız bir işiniz varsa; üretiyor, gayret ediyor, faydalı oluyorsunuz demektir.

Eve geldiğinde çoraplarını salona atan bir eşiniz varsa; hayatı paylaştığınız bir yoldaşınız var demektir.

Duvarlarınız boyalı, halılarınız lekeli, koltuklarınız oyun hamurlarıyla doluysa; geleceğin sanatçıları sizin evden çıkacak demektir.

Bir de bu açıdan bakalım 😉